Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Olgusunun
Enflasyon sorunu hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde uzun yıllar devam eden ve kronik bir sorun haline gelen makro ekonomik bir problemdir. Enflasyon dinamik bir olgu olup, çeşitli öğelerin birbiriyle ilişkisine dayanan bir olaydır. Enflasyon; para, talep, ücretler ve fiyatlar n birbiriyle olan ilişkisinden etkilenir ve bu etkile imler sonucu da değişiklik gösterir. Genel tanımı ile parasal bir olgu olan enflasyon fiyatlar düzeyinde sürekli meydana gelen artıştır.
Türkiye uzun yıllardır yüksek enflasyonla yaşamakta ve kronikleşen enflasyon mücadele Türkiye’nin temel politikası haline gelmiştir.
1973 Petrol Krizi ile makro ekonomik dengelerde soru yaşayan Türkiye yüksek enflasyonla baş etmek için 24 Ocak 1980 tarihli Ekonomik İstikrar Programı ile aşırı değerlenen Türk Lirası devalüe edilmiş, ithalat serbestleşmiş, esnek döviz kuru rejimi benimsenmiş, yabancı sermaye ve ihracatın teşvik edilmesi amaçlanmış ve ekonomide sıkı maliye politikası uygulanması öngörülmüştür. Programın ilk üç yılında büyüm oranında istenilen hedefler gerçekleştirilemese de enflasyon gerilemeye başlamış ancak 1983-1987 arasında büyüme hedefleri gerçekleşse de enflasyon oranı yükselme eğilimine girmiştir. Programı ilk başında uygulanan sıkı maliye politikası ile mali alanda sağlanan kayda değer disiplinin enflasyon baskısının kırılmasında etkili olmuş, ancak 1983-1987 arasında kamu yatırımların arttırılması ile genişletici maliye politikalarına yönelinmesi sonucu enflasyon artma eğilimine girmiştir.
1990’lı yıllarda Türkiye ekonomisinde istikrar bozulmaya başlamış ve enflasyon oranlarının arttığı gözlemlenmiştir. Ekonomi tam bir belirsizlik içinde olması riskli hale getirmiş ve yabancı sermaye çıkış olmuştur. Bozuk istikrar be belirsizlik sonucu Türk parasına güven azalmış, devalüasyon beklentisi artması ile döviz talebi artmıştır. 24 Ocak kararlarıyla uygulanmak istenen sıkı para politikasına rağmen para arz arttırılmış, kamu açıklarının finansmanı Merkez Bakası kaynaklarınca yapılması enflasyonu körüklemiştir. Vergi politikalarının etken olmaması da yani vergilerin devlet harcamalarının karşılanacak düzeye getirilememesi da enflasyonu tetiklemiştir. Türkiye’nin borcu borçla kapatan konuma gelmesi fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine neden olmuştur. 1994 yılına gelindiğinde enflasyon oranı %149 seviyeleri ile en yüksek seviyeye çıkmıştır. Uzun yıllardır süre gelen makro ekonomik dengesizlikler sonucu 1994 yılında Türkiye kaynaklı olarak mali piyasalarda başlayan ciddi bir kriz meydan gelmiştir. Bu dönemde faizler yüksek seviyede gezdiği için özel sektörün kredi imkan daralmış ve yatırımlarda azalmalar meydana gelmiş, işsizlik oranlarında artışlar kaydedilmiştir.
Türkiye ekonomisi, 1994 yılına geldiğinde tarihinin en büyük cari açık ve kamu açığı ile karşı karşıya kalmıştır Kamu açığını yüksek faizli borç kağıtlarını piyasaya sürerek yoğun bir iç borçlanmaya yoluyla kapatmaya çalışmıştır. 5 Nisan 1994’te alınan kararları ile bozulan makro ekonomik dengelerde istikrar sağlanma ve istikrarı sürekli hale getirecek yapısal reformların hayat geçirilmesi hedeflenmiştir. Bu programın öncelikli hedefi, piyasalardaki istikrar sağlamak ve döviz kurlarındaki artış beklentisini önlemekti. Ekonomik İstikrar, kamunun finansman açıkları kapatılarak sağlanması hedeflenmiştir. Fakat üretim, istihdam ve enflasyon cephelerine yansımaları dikkate alındığında, bu kararların olumlu sonuçlar doğurduğu söylenemez. Enflasyonu denetim altına almayı amaçlayan kararlar istenilen sonucu almakta başarısız olmuştur. 1998 Asya ve Rusya krizleri sonucu olumsuz etkilenen Türkiye ekonomisi yurtiçi talep daralması yaşamış, üstüne siyasal belirsizlikler ile 1994 kararları ile istikrar salamayan makro ekonomik dengesizliklerde eklenince 1999 yılında %53 seviyelerinde seyreden enflasyonu düşürmek için IMF ile yapılan stand-by analaşması ile “Enflasyonu Düşürme Programı” uygulanmıştır. Enflasyonu 2002 yılı sonu itibariyle %7’ye düşürmeyi hedefleyen program kapsamında ekonomik büyümenin arttırılması, reel faiz oranlarının düşürülmesi ve kaynak kullanımında etkinlik sağlanması da amaçlanmıştır. Ocak 2000 de uygulamaya konulan Enflasyonu Düşürme Programının temel amaçları;
-Tüketici enflasyonunu yapısal reformlarla desteklenen, birbirleriyle tutarlı, güçlü, itibarlı ve süreklilik arz eden maliye, gelir, para ve kur politikalarının eşgüdümlü uygulanması ile 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12 ve 2002 yılında ise %7 ye indirmek,
-Reel faiz oranlarının makul seviyelere indirmek,
-Ekonominin büyüme potansiyelini arttırmak,
-Ekonomideki kaynakların daha etkin ve adil dağılımını sağlamak olarak belirlenmiştir.
Bu süre içerisinde mali disiplinin sağlanması ve sıkı sıkıya uyulması sonucu kamu sektörü faiz dışı fazla hedefine ulaşmış hatta hedefini aşmıştır. Ancak, TL’nin aşırı değerlenmesi, ihracatın olumsuz etkilenmesi, cari işlemler açığının hızla artması sonucu kamuya duyulan güvenin azalması ve ekonomik belirsizlikler Türkiye ekonomisini 2000 ve 2001 krizine taşımıştır. Makro ekonomik dengesizlikler, siyasi belirsizlikler, yapısal sorunlara yönelik uygulanan programların süreklilik arz etmemesi ve yüzeysel kalması gibi nedenlerin yanı sıra bütçe açıklarının yüksekliği ve kronikleşen yüksek enflasyon düzeyi Türkiye ekonomisinde yaşanan krizlerin temel sebeplerini oluşturmaktadır. Ayrıca, liberalleşme ile dış kaynaklı krizlerin etkisi de ekonominin kötü gidişatını körüklemiştir.
Türkiye’de 2003 yılından bu yana sağlanan siyasi istikrar, dikkatli bir şekilde uygulanan para ve maliye politikaları, gerçekleştirilen yapısal reformlar, uluslararası piyasalardaki olumlu gelişmeler, makroekonomik istikrarın sağlanmasına sebep olmuştur. 2003-2007 yılları arasında tüketici fiyatları yıllık enflasyon rakamı yüzde 39’dan yüzde 8,4’e düşmüştür. Hızlı büyümenin ardından siyasi açısından ortamın belirsiz olmasının da etkisiyle 2007 yılının ikinci çeyreğinden itibaren Türkiye ekonomisinde bir gerileme olduğu gözlemlenmeye başlamıştır. 2008 yılında Amerika emlak sektöründe başlayan finansal kaynaklı krizin etkileri ise 2008 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye’ yi olumsuz etkilemiş ve ekonomide daralma hızı yükselmiştir. Yıllık enflasyon oranı yüzde 11.7’lere kadar yükselmiştir.
Türkiye, 2000’ li yıllardan önce uyguladığı teşvik politikaları kamusal maliyeti arttırırken, teşvik politikaların etkinlik ve verimlilik analiz yapılmadan, bölgesel ve sektörel ihtiyaçlar dikkate alınmadan uygulanması sonucu ekonomik büyümeye katkı sağlamadığı gibi kaynak israfına yol açmış ve bütçe açıklarını arttırmıştır. Türkiye’de özellikle 1980 sonrası uygulanan Maliye politikası araçlarından mali teşvik uygulamaları incelendiğinde mali açıklar ve bu açıkların getirdiği kamu borç stoğun temel unsurlarından biri uzun yıllara yayılan mali disiplinin devletin temel politikası haline gelmemesi ve mali sürdürülebilirliğin sağlanamamasıdır. Bunlara kriz dönemlerinde uygulanan mali teşvik paketlerinden kaynaklı bütçe açıkları da eklenince Türkiye uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşamış ve mücadele etmiş. 2000 Yıllarından sonra da teşvik politikaları uygulanmış, ancak birbirinden kopuk, stratejik bütünlükten yoksun hedef ve amaçları dağınık bir yapıda olmuştur.
Parasal olgu olarak kabul edilen enflasyonun bütçe açıkları ve para arzı ile ilişkisi makro ekonomik teoriler açısından para politikasını öne çıkarmaktadır. Kamu harcamalarındaki artışın yaratacağı sürekli bütçe açıklarının borçlanma ile kapatılması ya da parasallaşma yoluyla finanse edilmesi enflasyonist etki yaratacaktır. Kamu bütçesindeki açıklar makro ekonomik göstergeler açısından en önemli istikrarsızlık kaynağı olabilmektedir. Kamu borcu dikkate alınmadan uygulanan para politikaları kısa dönemde enflasyonu düşürse de uzun dönemde enflasyonist etki yaratabilir. Dolayısıyla devletin para politikası ile maliye politikasını uyumlu şekilde yürütmesi makro ekonomik istikrarı sağlamak, ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek açısından önemlidir. Türkiye’ de yıllardır süren kronikleşmiş yüksek enflasyon olgusu hep gündemde olmuş, enflasyonun nedenleri tartışma konusu olmuş ancak çözüm üretmekte yetersiz kalınmıştır. Türkiye’de enflasyon ve bütçe açığı arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmalar dikkate alındığın genel kanı Türkiye’ de enflasyonun temelinde bütçe açığının yer aldığıdır. Dolayısıyla enflasyonla etkin bir mücadele içi bütçe açıkları göz ardı edilmemelidir.
Türkiye’ de toplam arzda meydana gelen azalma ile nufüs artışı sonucu toplam talepte meydana gelen artış belirli ölçüde enflasyon üzerinde baskı oluşturmaktadır.
Türkiye’de son yıllarda yaşanan yüksek enflasyonun en önemli sebebi ise döviz kurlarında ve petrol fiyatlarındaki artışlardan kaynaklanan maliyet enflasyonudur. Çünkü kurlardaki yükseliş insanları döviz tasarruflarına yöneltti dövizi bozdurup harcamalarını engelledi. Türkiye’de ücretlerdeki artış enflasyonun üstünde olmaması, talebin azalması yönünde önemli bir baskı yaratmaktadır, oysa ki ekonomik aktivitelerin canlandırılması için talebin uyarılması gerekir.
Talep artışı toplam arz ile desteklendiği sürece enflasyonun ortaya çıkma şansı azalır. Türkiye’ de ekonomik büyümenin sürdürülebilir olmaması, kaynakların etkin kullanılamaması ve üretimde artışın sağlanamaması sonucu oluşan talep fazlası karşısında arz yetersizliği de Türkiye’ de enflasyonun sebepleri arasında yer almaktadır. Arz yetersizliğinin bir diğer sebebi ise maliyet artışlarıdır. Türkiye için zaman zaman sermaye, döviz ve enerji darboğazı yaşanmış ve bu darboğazlar üretimi her zaman olumsuz etkilemiştir. Günümüzde en önemli darboğaz olarak enerji darboğazından söz edilmektedir. Enerji sıkıntısına düşmemek amacıyla birçok firma kojenarasyon sistemi ile elektrik üretebilmek için ek harcama yapmakta, bu da birim başına maliyetlerinin yükselmesine yol açmaktadır. Ayrıca, ücret artışları ve rekabet ortamı yetersizliği de yaşanan maliyet enflasyonun nedenlerinden biridir.
Türkiye’de enflasyonu önlemeye yönelik tedbirlere gelince;
- Öncelikle bütçe açıklarının giderilmesi gerekir. Bunun için her şeyden önce faiz giderini karşılayacak ek gelire ihtiyaç vardır. Dışarıdan sağlanacak uzun vadeli ve önemli miktarda bir borç veya özelleştirme geliri bu amaca yönelik olarak değerlendirilebilir. Eğer bütçe açıkları faizsiz veya düşük faizli kaynaklarla kapatılabilirse, iç borçlanmanın ortadan kalkmasına bağlı olarak, bir yandan faizler aşağı doğru çekilmiş olacak, diğer yandan da özel sektörün yatırıma yönlendirebileceği kaynaklara devletin el koyması önlenmiş olacaktır. Ayrıca, vergi reformunun yapılması bütçede dengenin sağlanması açısından önemlidir.
- Cari işlemler dengesindeki açıklarının kalıcı yollarla giderilmesi gerekir.
- Para ve maliye politikalarının uyum içinde uygulanması ve mali disiplinin sağlanması önemlidir.
- Türkiye’de reel ücretlerin son on yılda büyük ölçüde azalması reel gelirin azalması sonucu artan talep yetersizliğini enflasyonist baskıyı arttıracaktır. Bu da üretimi olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla, reel ücretler üzerindeki baskının giderilmesi, enflasyonla mücadele politikalarına olumlu katkı yapacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye ülke tarihinin son 40 yılında mücadele etmek zorunda kaldığı bu sorunun çözümüne yönelik olarak enflasyon hedeflemesi politikasını uygulamış ancak, makro ekonomik istikrarsızlıktan kaynaklanan enflasyon olgusunu çözmek için ekonomide kalıcı ve yapısal reformlar uygulayamamıştır. Dolayısıyla, enflasyonla mücadele başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kamu bütçe açıklarının artması, talep yetersizliği, maliyetlerin yüksek olması, cari işlemler dengesindeki açıkların borçlanma veya sıcak parayla kapatılması gibi nedenler Türkiye’de yaşanan enflasyonun en önemli sebeplerinden sayılabilir. Türkiye ekonomide yapısal reformlar yapmadığı ve mali disiplini sağlamadığı sürece enflasyonla mücadele başarısızlıkla sonuçlanacaktır.
ANKARA (UHA) - SUAT ELİBÜYÜK
SON YAZILAR