Bazen Türkiye’de işittiklerim ve okuduklarım dolayısıyla…
Afallıyorum, dona kalıyorum.
Nereye geleceğim…
AK Parti yöneticilerinin ve cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yurttaşlarımızın akıllarıyla âdeta alay edercesine açıklamalarda bulunması…
Biliyorsunuz…
Ne deniyor:
AK Parti iktidarından önce veya AK Parti iktidarına değin;
Ülkede traktör yoktu,
Buzdolabı yoktu,
Ambulans yoktu,
Herhâlde otomotiv ve yine kamyon ile otobüs felan da yoktu; o vakit bizler de sanırım bu zamana değin yani AK Parti iktidarı devralıncaya kadar, kanı arabalarıyla şehirden şehirlere geçiyorduk.
Yanisi, “bir yokluk anlatısı” üzerinden politika üretiliyor ve seçmen kitlesi “konsolide” ediliyor.
İnanın, AK Parti’nin bu anlattıklarına inanan büyük bir çoğunluk olduğuna da ben İNANIYORUM.
Yani dönem…
Dijitalleşmenin tavan ve pik yaptığı dönem. Bu bakımdan ortaya atılan bir iddia ya da söylemin altının doluluğunun veya boşluğunun teyidi adına, herhangi bir kütüphaneye ya da ansiklopediye gitmeye de başvurmaya da lüzum yok.
Demek istediğim, bir telefon ve internet vasıtasıyla bu bilginin veya ileri sürülen iddianın teyidini “ânında” doğrulamak ve bilginizi derinleştirmek, hayal edebileceğinizden çok fazla kolay ve imkân olarak da ilerlemiş bir devirdeyiz.
O zaman neden böyle yapılıyor?
***
ZİHNİYET…
Önemlidir… Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), devlet-sistem tartışmalarında, hâkim sınıfın bu devlet ve ülke ile idareyi “diğerleriyle” paylaşmak istememelerinin neden olduğu yıllara dayanan sıkıntılı ve üzüntülü deneyimler ve hayat serüvenin sonucunda, demokrasinin bir tecellisi seçimle işbaşına gelmiştir. Türkiye Devleti, rejimini “cumhuriyet” olarak tayin etmesine etmiştir ama zihniyet daha çok bir kesimi ve dolayısıyla sınıfı bu ülkenin asli unsurları ve sahipleri gibi gösterip konumlandırırken, kırsalda köylerde yaşayanları, mümkün mertebe Ankara’dan uzak tutmaya motive olmuştur.
TÜRKİYE’DE DEVLET tecrübesi ve anlayışı, özellikle cumhuriyetin ilanıyla beraber devleti temele alan, devleti yücelten, yurttaşı/nı olabildiğince devletinin sadık ve uslu hizmetkârı seviyesine indirgeyen ve buna göre de talim ve terbiyeyle yurttaşlarının bu yönde yetiştirilmelerini hedefleyen bir zihniyette idi. Bir nevi tornadan çıkan tek tip “makbul vatandaş”, Ankara’da idareye karışmayan, mümkün olduğu kadarıyla yönetim işlerinin yüksek bürokrat ve asker ile yargı elitlerinin elinde ve kontrolünde olduğu bir ilk dönem cumhuriyet zihniyeti, doğrusunu söylemek gerekirse, “devlet aşkınlığının” öne çıkarıldığı bir dönem idi.
Devlet, pekâlâ önemlidir, buradan yanlış bir anlaşılma çıkmasın ama nihayetinde devlet dediğimiz, insanoğlunun tarih sahnesi nazarıyla baktığımızda en üst düzey örgütlenme formu olan bu kurum, en son tahlilde tekil olarak yurttaş kitlesel olarak da millet, halk ve toplum için vardır. Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun şiarı ne idi? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” İşte bu bağlamda, 3 Kasım 2002 tarihi ve dolayısıyla seçimi, devlet-sistem kaosunda, çevre-merkez siyasî okumasında, yıllarca devlet yönetiminden ve diğer toplumsal faaliyetlerden uzak tutulan, kâh küstürülen kâh bilinçli uygulanan siyasetlerden ötürü “ötekileştirilen/yabancılaştırılan” kesimleri, sisteme entegre ederek bir dönüşümün kıvılcımını ateşlemiştir.
İşte AK Parti işbaşına bu minvalde, devletten topluma dönen bir zihniyet ve bakış açısıyla seneler boyunca iktidarını tahkim etmiştir. Ama son tahlilde AK Parti de devletle bütünleşme yoluna giderek, toplumdan uzaklaşma yolunu izlemekte. AK Parti seçmenlerinin “sesi olmak” ile bu toplumun “hükümeti” olmak; yani inanan-inanmayan, laik-mütedeyyin, Sünni-Alevi, Türk-Kürt ekseninde aynı şey değil, değerli okuyucular.
***
Dikkat ederseniz, senelerce ülkemizde siyasî partiler ve dolayısıyla genel başkanları/liderleri, siyaset yaptığı kulvar veçhesinde ideolojik olarak rabıta kurduğu geniş kitleleri hep bildiğimiz “ezber söylem ve tehdit algılarıyla” zinde tuttu ve sürekli olarak da seçmen kitlesini kendisine bağladı. Sağ ideolojiler ve sol ideolojiler için bu husus hep böyle yıllarca devam etti. Zihniyet üzerinden ve özellikle bizim gibi okumaya ve araştırmaya dolayısıyla da “tefekkür etmeye”, akletmeye meyilli olmayan geleneksel toplumlar, “Anlatı” üzerinden bir ve diri tutulmada öne çıkan ülkelerdir.
Yine dönemsel gelişmeler de dikkate alındığında, kitleleri gözbağcılıkla etkilemede pek mahirce kullanılan medya denen devasa bir müessesenin, özellikle işbaşındaki iktidar tarafından siyasal erkin etkin kullanılması ve muhalif seslerin de pasifize edilmesinde tek yönlü ve tek elden “işletilmesi”, toplumların “olması gereken” düzeyde hem bilinçlenmelerine hem de kamuoyu tesis edilmesine engel oluşturmaktadır.
Bugün, alternatif haber akışının sağlandığı platformları, mecraları, web sitelerini de takip ederek, olan-biten gelişmeleri ve değişimleri çapraz okuma yaparak tahlil ettiğinizde, memleket durumunun iyi olmadığını fark edebiliyorsunuz. Sanıldığı gibi Türkiye’de işlerin tıkırında felan gittiği yok. Youtube gibi alternatif mecralarda yapılan sokak gazeteciliğine de çok fazla itibar etmemek lâzım; buradan şu çıkmasın, youtube gibi yerlerde yapılan faaliyetler temelsiz yalan-dolan şeylerdir. Burada mikrofon uzatılan bireyler, kendi yaşadıkları “hakikat” ve kendi evrenleri itibariyle genele teşmil edilemeyecek çıkarım ve yorumda bulunuyorlar: Bakıyorsunuz, bir vatandaş, Türkiye’nin çok iyi olduğunu, karşılaştığı fiyatların da “çok pahalı olmadığını” ikrar ediyor. Neye göre, kime göre?
Bu bağlamda, ilk yıllarında AK Parti’nin “idealize” ettiği ve sürekli tasavvur ettiği “Yeni Türkiye” gerçekliğinden eser yok. Bu Yeni Türkiye lafzından rahatsızlık duyanlar olmuştu; hâlbuki burada vurgulanan “alegoriyi” bile anlamakta zorlananlar vardı. Türkiye’de yeniden bir devlet veya ülke inşası yoktu. Zihniyet değişimi kastediliyor ve içtimai hayatın her kademesindeki daha çok imtiyazlıların ve yerleşiklerin çıkarını koruyan ve gözeten, öte yandan çevrede kalan merkezin devletin ceberut yüzünden ötekileştirdiği kesimlerin toplumsal hayata entegre edilmesi, demekti. 2024 Türkiye’sinde ve geçmiş birkaç yılda bahis edilenlerden eser bile yok. AK Parti kendi seçmen kitlesi ile kendi tasavvur ettiği bir toplumsal düzende hayat sürdürme gayretkeşliği içinde.
SON YAZILAR