Bazı değerler vardır, o kültürün yoğrulduğu ülkeye mâlolmuştur. Mukaddes değerler ve kavramlar, bir toplumu bölmek ve parçalamak amacıyla kullanılamaz.
Hani şöyle bir şey desek abartılı kaçmaz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan beridir ve Osmanlı Devleti/İmparatorluğu mirası üzerinden yeni kurulan devletin yönetim şeklinin “Cumhuriyet” olması hasebiyle, yıllardır bu topraklarda bir ATATÜRK düşmanlığı sürdürülmüştür.
Belki gözden kaçıyordur ama ülkesinin değerini bilen ve tarih şuuru yüksek olan kesimlerde, ülkesinin ve devletinin kurucusuna yönelik ahlâki ve vicdanî olmayan tazyikler üzüntüye ve hayalkırıklığına neden olmaktadır.
Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, neden bazı kesimlerce hedefe konur, bu devletin kurucusu üzerinden neden şahsi hesaplar peşinde koşulur, anlaşılır gibi değil.
Her şeyden önce şunda mutabık kalmak durumundayız:
Evet, kabul ediyorum… Atatürk, eleştirilemez veya sorgulanamaz bir varlık değildir. Her şeyden önce, ülkemizin kurucusu ve ebedi banisi ATATÜRK de bizler gibi fani bir “insan” idi.
Şimdi bu satır arasından sonra gelmek istediğim konu, hâlen bazı odakların, ülkemizde onca problem varken, Atatürk, din, dinsizlik, laiklik, vatan, millet, toprak vb. temalar üzerinden polemikler üretmesini, yine içime sindiremiyorum.
Şunu herkesin kabul etmesi lâzım gelir: Bir kişinin dinsizliği veya dindarlığı, o kişinin “özel yaşam alanı” içinde sınırlı olmak kaydıyla, anayasaca ve yasalarca koruma altındadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “başat kurucusu ve fikrî önderi” Atatürk’ümüz hakkında yaratılan mesnetsiz ve dayanaksız iftira ile sataşmalara, “ödün vermemek” gerekir.
* * *
ATATÜRK üzerinden tartışmalar yaratmak, toplumun sevip saydığı bir “değerini” karalamak, ancak ahmak olmakla eşdeğerdir.
Hem Mustafa Kemal ATATÜRK üzerinden hem de mukaddesimiz dinimiz üzerinden “algı yönetimine” müsaade vermememiz gerekir. Bu ülkede yapılan en büyük ahde vefasızlık, emperyalist devletlerin ülkemizi, topraklarımızı “paylaşılacak pasta” olarak gördüğü bir aşamada, yoksulluk ve biçaresizlik içindeki Anadolu insanını belki yüzyıllar sürecek bir esaret bataklığından söküp alan kişilerin, tarihsel gerçeklikten arındırılarak yorumlanmasıdır.
Bu ülkede İslam dini hepimizin “yumuşak karnıdır”. Kutsal dinimiz İslam ve Müslümanlık kimliği, bu coğrafyada, bu kadim topraklarda bizi biz yapan kültürel değerlerin yapı taşıdır. Artık belki kafalara çakmak olarak idrak edilecek ama tekrar etmekte fayda var: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hudutları içinde yaşam süren yurttaşlarımızın kahir ekseriyeti Müslüman’dır. Bu coğrafyada bizleri diğer sınırdaş ülkelerle/devletlerle birbirimize bağlayan değerler manzumesi, işte bu kadim geçmişe sahip dinî birikimlerimizden ileri gelmektedir.
Atatürk’ümüzün yeni kurduğu devlette, dönemin gelişmelerine bağlı olarak, “laiklik” ve “çağının çağdaşı” olma mefkûresiyle hareket etmesi, 29 Ekim 1923 tarihinin üzerinden 99 yıl geçmesine rağmen hem kendisinin hem de dönemine göre tesis ettiği cumhuriyet rejiminin tenkit edilmesini nasıl yorumlamak/okumak gerekir?
Çoğu yerde ikrar edilir durulur: Yüce dinimizin ilk emri “okudur”. Bu bağlamda bu dinin mensuplarının, konumlandığı coğrafya itibariyle çok şanslı olmalarından hareketle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kimliği altında yaşam sürmelerinin başat sebebi ATA’larını şükranla yâd etmek varken, dış mihrakların da kışkırtmalarıyla düşman kesilmeleri, tek kelimeyle “cahillikle ve cehaletle” izah edilebilir.
Bu ülkenin kurucusu ve ebedi lideri ATATÜRK’ü, gündelik siyasi atışmaların odak noktasına taşımak, evvelce zaman içinde tarihteki yerini almış ve dünya milletlerince de hakkı verilmiş bir şahsiyete ne olumsuz ne de hamasi bir paye katabilir.
DÜNYA döndükçe ve Türk Devleti varoldukça, bu milletin evladları, bu topraklara canlarını, kanlarını ve terlerini feda eden kurucu atalarını minnetle ve şükranla anmaya devam edecektir.
SON YAZILAR