CUMHURİYET, REJİM VE DEMOKRASİ

“Geleneksel toplumlarda siyasal yönetim en ilkel düzeyde tek bir ailenin veya bir kişinin elinde, onun akrabaları, dost ve ahbaplarıyla aldığı bağlayıcı kararlar eliyle olduğunda buna, liderin erkek veya kadın oluşuna göre patriyarkal veya matriyarkal yönetim diyoruz. Bu yönetim biçimi gelişme gösterip bazı kamu kurumlarıyla eklemlendiğinde, örneğin; kalemiye, askeriye, ilmiye, mülkiye vb. yapılar ortaya çıkıp kamu yönetimi karmaşık bir düzen halinde geliştiğinde de bu yönetime patrimonyal yönetim adını veriyoruz.”
(Tek Adamcı Saray Düzeni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Eleştirileri, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Neo-Patrimonyal Sultanizm İle İmtihanı, sf. 59, Cumhuriyet Kitapları)

Neo-Patrimonyal Sultanizm yönetiminin beş temel özelliği:

“1- Hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması (kuvvetler ayrılığının tersi), yasamanın hiçbir etkinliğinin olmaması, iktidar partisinin hem hükümete hem de devlete hâkim olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması.

2- Kişiselliğin yönetim üslubuna egemen olması (personalism): Siyasal kararların tek kişinin takdirine bırakılması (personal discretion of the leader); kurumların yokluğu veya kıymeti harbiyesinin olmaması, siyasal kurumların olmadığı bir yönetim biçiminin oluşması.

3- Anayasal takiye (constitutional hypocrisy), mevcut anayasa, yasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç kale alınmaması.

4- Rejimin toplumsal kökenlerinin zayıflayarak iktidarın merkezileşmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Siyasal vatandaşlığın sadece liderin başarılarını desteklemek ve etkinliklerine destek vermek ve ona sahip çıkılmasına indirgenmesi.

5- Ekonominin kurallarının çarpıtılarak (distortion) ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi, kapitalist bir ekonomi mevcutsa bile onun ahbap çavuş kapitalizmine dönüştürülmesi, kısa dönemli kararlara dayanan bir iktisat yönetimine dayalı belirsizlik içinde çalışan bir iktisadi yapının ortaya çıkması.”
( agm, sf 60, 61)

Cumhuriyet Halk Partisi, biliyorsunuz en başından beridir “güçlendirilmiş parlamenter rejim” üzerinde ısrar ediyor. Bu bağlamda iktidar cenahının da “güçlendirilmiş CHS” üzerinde ısrarı ama gelecek dönemde kanayan yaralara merhem olamayacağının bilinmesi.

Gerçekten de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin (CHS) propaganda çalışmalarının yapıldığı zamanlarda, devletin çalışması ve karar alma süreçlerinde hız ve zaman bakımından büyük avantajlara neden olacağı ifade ediliyordu. Yalnız sistem uygulandığından bu zamana değin hiçte söylendiği gibi bu siyasal yönetim biçiminin ülkemizi uçurduğu felan yok.

1946 yılında “çok partili demokratik rejime” geçtiğimizden beridir yaşadığımız sıkıntı aslında parlamenter rejimden neşet etmemekte idi kanımca. Çünkü, 1950 yılından itibaren çok partili demokratik rejimle beraber sağ/dinci partilerin, cumhuriyet rejiminin anayasal ilkelerine özen göstermeden politika üretme dertleri ve iktidara sahip olma hırsları, sanki demokratik parlamenter rejimin tüm yaşanan sorunların müsebbibiymiş gibi görünmesine yol açtı.

Cumhuriyet rejiminin özümsenmemesi, demokrasinin kimi zaman basit bir söz ve propaganda ile slogan yarışına indirgenmesi, vatandaşlarımızın vatandaşlığın nasıl bir şey olduğunu içselleştirememesi, devletin kurucu felsefesinin ve rejiminin ilkelerinin bürokrasi sınıfı tarafından tek taraflı olarak korunması refleksiyle toplumdan uzaklaşması, buna karşılık olarak siyaset kurumunun sağ tarafında bulunan partilerin popülizme ve goygoyculuğa kapı açan ve prim veren siyasete yönelmeleri, yıllardır eleştirdiğimiz rejimimizin demokrasisinin tam manasıyla çalışamamasının kanımca önemli bir faktörüdür.

İlerleyen yıllarda sağ partilerin toplumun yumuşak karnı olan “dinî değerlerinden ve maneviyatından” siyaset üretmede ve siyasal alan açmada hiçbir siyasal ahlâkî değerleri gözetmeden faydalanmak istemesi, kırdan kente göç ile gelen kültür şoku etkisinde kalan yurdumuzun saf ve manevi yönü güçlü insanlarımızın bu kasabavari siyasetçiler tarafından “oy deposu” olarak görülmeleri; ve bunun zamanla sistemleşerek aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya yağma ve talan ekonomisinin- sosyo-politik düzenin olağanlaşması; son tahlilde kimsenin bu çarpıklığa dur dememesinin nihayetinde, demokratik hukuk devletinin parlamenter mekanizmasına fatura kesilerek, tüm olumsuzlukların ANASI olarak sunuldu. Ama görüyoruz ki 21yy’ın ilk çeyreği itibariyle tek bir kişiye dayalı bir sistemle de ne toplumumuzu ne de devletimizi abat edebiliyoruz.

BELEDİYELER

EKONOMİ