Öğrenmek ve yaşam içinde deneyim sahibi olmak bir süreçtir. Bitmek bilmeyen bir maratondur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de kurulduğundan beridir, uygarlık ailesinin bir ferdi olma yolunda yoğun çabalar sarf ederek, bu topluluk içindeki yerini almaya baş koymuştur.
Şöyle baktığımızda…
Türkiye’de iktidara gelen siyasal partiler, programlarında “demokratikleşme” ögesine büyük ihtimam gösterirler.
Gerçekten de…
Hani sürekli ifade etmekten kaçınmadığımız bir gerçek var: Ülkemiz jeo-politik olarak bulunduğu coğrafya hasebiyle etrafındaki gelişememiş, gelişmekte olan ülkelere her zaman rol model olmuştur: Laik, demokratik hukuk devleti olmasından ötürü.
Tabii gerçekçi çerçeveden bakıldığında…
Türkiye’nin demokratikleşme serüveni, genç cumhuriyet Türkiye’si kurulup da atılıma geçtiğinden beridir devam etmektedir. Dönem dönem ülkemizde, demokrasi süreçleri ve demokrasi mekanizmaları yol kazaları nedeniyle askıya alınmıştır.
Demokratik rejim herkesin de bildiği gibi kurum ve kuralların olduğu, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu hukuk dizgesi üzerinde yükselen bir yönetim biçimidir.
Buraya kadar tamamen kurumsal ve teorik olgulardan bahis ettim. Yine burada gözden kaçmaması gereken husus, tüm bu bahsettiğimiz kavram ve değerlerin içini dolduracak ve bunları hayat içinde taşıyacak öge, insandır.
Evet…
İnsandır.
Pekâlâ sürekli dilimizde bir “demokratikleşme” türküsü var; ve fırsat buldukça bu türküyü terennüm ediyoruz.
Şimdi geliyoruz…
İnsan ögesine.
Demokratikleşmenin ve demokrasinin zirve yapmasına vasıta olacak insana ve onun niteliğine.
Hemen sormak istiyorum:
İnsanlar doğuştan demokrat mıdır?
Bir insanın; demokratik rejimi özümsemiş olması, demokratik rejiminin kurum ve kurallarını içselleştirmiş olması, demokratik bir toplumun inşası bağlamında yeterli midir?
Çölde kum misali toplumun kahir ekseriyetinin kaba kuvvete başvurduğu veya kaba kuvvetten “anladığı” ataerkil ve feodal bir sosyolojik yapı içinde, yıldız gibi parlayan moderndemokrat bir bireyin varlığı, zevahiri kurtarmaya yeter mi?
İşte herkes gördü... Mecliste bütçe kanunu çalışmalarında ve faaliyetlerinde milletvekillerinin birbirlerine ne kadar da nezaket içinde davrandıklarını!
Sadece bu garip tutum burada değil ki… Kamuoyuna yansıyan hadiselerde ve nüfuzunu ülkenin işleri ve hizmetleri için değil de, kendi şahsi çıkarları adına kullanan çok mühim isimlerin gazetelere ve ekranlara düşen görüntülerinde de görebilmek olasıdır.
Demokrasi, demokrasi diye vaaz vermek kolayda… Demokrasinin anlam ve değerini taşıyacak birey ve toplum üretmek, işte bu büyük bir mesele. O zaman yine fasit bir dairenin içine hapsolup kalıyoruz.
Demokrat olmak için ne yapmak gerekir?
Çok klişe bir cümle vardır: “Bir insan ya demokrattır ya da değildir.”
Burada demokrat bir bireyin inşasında eğitimin çok büyük bir işlevi ve rolü vardır/olacaktır da.
Evde, okulda, çalışma yaşamında, toplumsal ilişkiler içinde sürekli horlanan, baskılanan, söz hakkı verilmeyen, hatta söz hakkı gasp edilen, sonsuz bir sadakat beklenen “makbul vatandaştan” nasıl “demokrat bir bireye/yurttaşa” geçilecek, düşünmeye değmez mi?
Şimdilik bir “es verelim”…
Sonra belki devam ederiz.
SON YAZILAR