Yine en başa döndük. Bakıyorum da son günlerde aynı konu dillendirilmeye devam ediliyor.
Evet, konumuz aynı, yıllardır değişmeyen endişemiz:
“Türkiye’ye şeriat gelir mi?”
“Laik, demokratik hukuk Türkiye’si ciddi bir tehlike altında…”
Biraz ciddiyetle üzerinde durmamız gerekiyor. Bu tür söylentiler veya endişelerin toplumun bir kısmında zuhur etmiş olması ve bunun daha da artmasına yol açacak yeni yeni uygulamaların veya belli bir yerde, özellikle de “kamualanı” diye tanımlanan mahallerde rejimimizin ayarlarını bozacak ve halkın huzurunu ve güvenlik algısını tehdit edecek şeylerin vukuu, öyle bir ânda aman bir şey olmaz diyerek geçiştirilemez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 21.yy dizgesinde bu tipteki gelişme veya tehdit algılamalarını bırakın tartışmayı aman bile verme lüksü yoktur. İşte bunun için bizim gibi ulus-üniter devletleri yıkmak maksadıyla yaşama geçirilen SİYASAL İSLAM gibi hiçbir biçimde bir memlekete faydası olmayacak emperyalist yıkıcı-bölücü projelerin panzehri herhâlükârda laiklik ve demokratik hukuk devleti prensipleridir.
Bir daha soralım: Türkiye’ye şeriat gelir mi? Yanisi… İran, ülkemize kendi uyguladığı din merkezli rejimini ihraç eder mi? Veya… Ülkemizdeki siyasetçilerin, gerçekten de böyle bir dertleri var mı?
Şöyle bir baktığımızda… Sosyal dokumuz buna- din devletine- müsait midir? Yine, acaba, toplumumuzda bu yönde bir beklenti ya da arzu var mıdır? Yekten söyleyelim: Yirmi birinci yüzyıl reelpolitiğinde laik, demokratik, hukuk devletimizi, şeriat devletine dönüştürmek demek, Cumhuriyet Türkiye’sini rejimimizin ilan edildiği tarihin gerisine götürmek demektir. Öte yandan… Bir başka tartışma hususu laiklik üzerinden sürdürülmekte. Gerçekten de bazen anlayamıyorum, neden hem laik düzenimizle hem de Atatürk Devrimleriyle bu raddede uğraşılır, akıl erdirilecek bir husus değil.
***
Zaten… Gerici zihniyette olanların, Yeni Osmanlı hayalleri kuranların, Ticanilerin, dertleri ya laik düzenle ya da Atatürk Devrimleri ile…
İşte o yüzden de “Türk Devriminden” hoşlanmıyorlar.
Tamam, eskiden laiklik sert bir biçimde uygulanmıştı. Geçmişte yaşanmış bazı üzücü hadiseler üzerinden bugün “laiklik ilkesi” eleştirilmekte. Tabii ki bizim uyguladığımız yöntem “jakoben laiklik” idi. Toplumu terbiye etmeye yönelik bir uygulamaydı. 3 Kasım 2002 öncesinde, askerî vesayetin ve yargı vesayetinin siyaset ve toplum üzerinde tüm haşmetiyle tesirli olduğu dönemlerde, kabul ediyorum ki laiklik diyerek mütedeyyin kesimlerin kalpleri kırıldı.
Yeri geldi hiç hak etmedikleri muamelelere maruz kaldılar. Laiklik üzerinden esasında bir bakıma “sosyal mühendislik ve siyasal mühendislik” uygulandı. Muhafazakâr insanlar bu dönemlerde, özellikle de 28 Şubat ve sonrası dönemlerde çok fazla haksızlığa uğradılar. Aslında çok fazla geriye gitmek de istemiyorum. Muhafazakâr kesimin başörtülü anneleri/eşleri, zamanında laiklik gerekçesiyle “kamualanı” addedilen mekânlara sokulmadılar. Gerçekten de vicdanı ve kalbi olanlar için o dönemler ve uygulamalar üzüntü vericiydi. Neyse, artık önümüze ve geleceğe bakmak ve odaklanmak durumundayız.
Neden laiklik önemli? Neden laiklik fonksiyonu üzerinde duruyoruz? Evet, jakoben laiklik yüzünden bu toplum bir ara yaşamaktan bezdirildi! Ama, ne olursa olsun geçmişin cuntacı ve vesayetçi zihniyetlerinin, akıllarınca ülkemizi koruma içgüdüsüyle toplumumuzun bir kesimine karşı dayattığı laiklik, bizim gerçek anlamda savunmamız gereken “özgürlükçü laikliği” göz ardı ettirmemelidir!
Özgürlükçü laiklik…
Eğer laikliği daha “özgürlükçü” bir biçimde değerlendirir ve tatbik edersek, toplumumuzda din konusu üzerinde hassas olan kitlelerin endişeleri bizatihi giderilmiş olur.
Özgürlükçü laiklik, kişilerin din ve vicdan özgürlüğünü koruma ve güvence altına alırken, dinî vecibelerini gönül rahatlığıyla ifa etmelerinin de yoludur.
***
Gerçekten de…
Yıllardır ülkemizde laiklik, yanlış uygulamalar ve içselleştirmelerden ötürü negatif bir algıya sahip oldu. Hiç de hak etmediği değerlendirmelere maruz kaldı.
Şunu artık herkes kabul etsin…
Laiklik, dinsizlik değildir. Evet, doğru, biz Müslüman bir ülkeyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, neredeyse büyük çoğunluğu Müslüman bireylerden oluşmuş bir toplum. İslamiyet bizlerin yaşamının odağında. Yıllardır bizler, İslam inancı ve terbiyesiyle yetişmiş, yine bizden sonraki kuşakları da İslamî değerlerle yetiştirerek, kuşaklar arası birikimi devam ettireceğiz. Bu değerler bizim bir parçamız ise de kimsenin yadsıyamayacağı gerçek, bizim laik bir ülke olduğumuzdur da. Laiklik, dediğim gibi küfür değildir. Laiklik, bizlerin bir toplumun bileşenleri olarak, barış ve esenlik içinde yaşamamızın yöntemidir.
Neden laiklik? Neden özgürlükçü laiklik? Din ve siyasetin birbirinin içine geçmemesi için. Dinin, siyaseti “tahakküm” altına almaması için. Yine siyasetin de, dini baskı altına almaması için. İşte görüyoruz. Bir ülke doğru düzgün, din ile dünya işleri arasına kalın ve kesin çizgiler çekmeyince, neler oluyor? Politikacılar ya da sözde din önderleri, sırf kendi ikbal ve çıkarları adına, dinimizin mukaddes değerlerini, hedefleri uğruna alet etmiyorlar mı?
Genel olarak toparlayacak olursak… Rejimimizi değiştirmek de laikliği “itibarsızlaştırmak” da… Ülkemizin mahvına neden olacaktır. Bilmiyorum ama artık bu yersiz tartışmalar bitmeli; yine ellerinde güç ve kudret barındıranlar; gerçek dünyaya, gerçek gündem konularına dönmek zorundadırlar.
Türkiye’mizin çok fazla opsiyonu yok. Ya özgürlükçü laik ve cumhuriyet düzenimizle ilerleyeceğiz, kalkınacağız, ekonomik olarak büyüyeceğiz; veya dediğim gibi 29 Ekim 1923 öncesine dönerek, emperyalist ülkelerin oyuncağı olacağız.
Seçim bizlerin:
Daha demokratik cumhuriyet…
Daha özgürlükçü laiklik…
SON YAZILAR