SOSYO-POLİTİK ATALET HÂLİMİZ

Türk Devrimi ve Cumhuriyet’in ilanı, son kerteden baktığımızda dönemine göre geç erişilen bir “Aydınlanma Hareketi”dir.

Her türlü çabaya, her türlü ustalık isteyen manevraya rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığı tarih sahnesinde tutulamamış, emperyalizm sömürü ve pazar sağlamak cihetiyle Osmanlı Devleti’ni yenilgiye uğratarak yıkımına da neden olmuştur.

Mustafa Kemal ATATÜRK ile yakın arkadaşlarının yaptıkları ise, bundan sonra ne olacak “belirsizliğinin” açıklığa çıkarılmasıydı.

Evet, Osmanlı İmparatorluğu çökmüştü ama her şey daha bitmemişti.

I. Cihan Harbinin neticesinde imparatorluklar yıkılırken, ulus devletler kuruluyordu. Osmanlı’nın yıkılmasından sonraya Anadolu coğrafyası elde kalan tek dayanak noktası idi.

İşte ATATÜRK, Kurtuluş Savaşından sonra ve Türk Devriminden sonra, her zaman için kafasında tasarladığı yeni devletin idare biçimi çerçevesinde, ta öğrencilik yıllarından beridir akıl yorduğu cumhuriyet rejimini tayin ediyordu.

Cumhuriyet rejimi, Osmanlı Devleti’nin döneminin çok geride kalmasına neden olan treni kaçırmamak adına-Endüstri Devrimi- sanayileşme hamlelerinin atılamaması gibi bir toplumun kalkınmasında başat faktör olan kaldıraçları yeni devlette uygulayabilmek adına, evet, belki keskin ve sert dönüşümler yapmıştı.

Şimdi bunları burada tartışacak değiliz.

Bu açıdan tarihsel dönemleri yerli yerinde okumadan, anlamadan, irdelemeden, kıyas yapmadan, resmi tezler üzerinden yalan-yanlış toplumu biçimlendirmek, hem tarihi yapanlara hem de halka karşı yapılabilecek bir değer bilmemektir.

Öyleyse, bu noktadan sonra ne yapmak gerekiyor?

Takip ettiğiniz gibi, ülkemizde artık orta vadeli ve uzun vadeli planlar ve hedefler tayin edilmekte.

**  **  **

Bazen rast geliyorum…

“Yeni Türkiye” ve “İleri Demokrasi” gibi iddialı cümlelerle dalga geçen yazımlara…

Neden, hayal kurmaktan korkuyoruz ya da kendimizi azımsamaktan vazgeçemiyoruz.

Aslında, bu da resmi ideolojinin ve resmi tarihin bizlere armağanı olsa gerek. Bu noktada Türkiye olarak bölgemizde “oyun kurucu” bir devlet olmak babında, üreten ve ürettiğini dışsatım yoluyla refah devleti olma yolunda kararlı adımlar atan bir sosyal devlet olmak noktasında…

Ve dahası…

Demokratikleşme diye bir sorunun olmadığı bir toplum olarak; hem dış dünyaya hem de içimizde güven ve huzur telkin eden bir devlet olmak…

Bugün, gelişmiş dediğimiz örnek verdiğimiz devletler, toplumlar, apansız birden mi bulundukları düzeye geldiler?

Hayır…

İşte en popüler örnek…

AlmanyaHollanda… Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonraki durumu, artık başarı hikâyesi olarak dillendirilmekte.

Hayır, bu tip başarılar sadece Batıya has şeyler olamaz. Çünkü…

Bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olarak; yani yönetenler ve yönetilenler “fikir birliği” ve “eylem birliği” yapmıyoruz.

Varsa yoksa, hem beşeri kaynaklarımızı hem de fiziki kaynaklarımızı yok yere heba ediyoruz.

Pek öğrenmeye ve ders almaya da niyetimiz yok. Akıl tutulması hastalığına çok fazla yakalandığımız için ve yine duygusal bir toplum olmamızdan ötürü karşımızda konumlanan kişi ya da olaylar indinde, derhal suçlayıcı ve töhmet altında bırakan tavır takımından vazgeçmememiz…

İşte tüm mesele bu: Ötekileştirme, yabancılaştırma ve düşmanlaştırma… E böyle olunca tabi hayal kurmak yerine, yerinde saymayı yeğlemek sanırım daha konforlu oluyor.

 

BELEDİYELER

EKONOMİ