Ekonomik durgunluk zamanlarında ekonominin hem enflasyon hem de stagflasyon riskleri eş ânda yaşanabilir. Bunun her ikisinin aynı ânda görülme olasılığı vardır. Enflasyon zaten ülkenin belini bükerken ve alımgücünü düşürürken aynı ânda stagflasyonun gözlenmesi, toplumun hem gelir akımı üzerinde hem de harcama davranışlarında çok daha olumsuz tesir meydana getirebilir. Herkesin vakıf olabileceği gibi böyle ekonominin tıkandığı, reel olarak büyümenin çok durgunlaştığı dönemlerde, sizler aslında aldanmayın yayımlanan istatistikî verilere, geçen gün nerede okuduğumu hatırlamıyorum, Türkiye’de artan maliyetlerden dolayı inşaat sektörünün bile tökezleyebileceği ifade ediliyordu.
Dediğim gibi böyle halkın alımgücünün ve gelirinin giderlerini karşılamakta zorlandığı netameli dönemlerde, insanların gözleri devlet katlarında bulunan devlet memurlarının şatafatlı hayatlarına takılır. Laf gelir dolanır en son yüksek bürokrat ve milletvekillerinin elde ettikleri maaş kazançlarına ve yine bürokratların birden fazla aldıkları maaşlara takılır. Özellikle bazen yeri geliyor, bürokratlar, “huzur hakkı” adı altında birden fazla maaş ödemelerine sahip oluyorlar. Türkiye gibi büyük hedefler tayin edip rota çizen toplumlar, hakikatler ve hayal arasında bocalayınca yaşanan-yaşatılanlar, yaldızlar sökülünce ortaya dökülüverir.
Aslında bu tartışmalar bitmeyecektir. Ne zaman gerekten de tepede de bir uyanış başlar o zaman belki hak, hukuk, adalet söylemlerinin bir değer kazandığı ileri sürülebilir. Siz istediğiniz kadar meydanlarda elinizdeki kâğıtlara, bezlere sloganlar hem de en afilisini yazın, yine en göze çarpacak propagandayı yapın, kanımca oluşturacağı etki ancak akşam haberlerinde satırbaşı haber olarak kalır. Ne ki günlerce bu iktisadî konular tartışma programlarında konuşuluyor da ne değişiyor. Mesela, işçiler, sokaklarda istediği kadar yürüsün, sizce asgari ücretin bu minvaldeki eylemlerle artırılması olası mıdır?
Zihniyet değişecek. Tabandan tavana kadar bilinçli bir toplum ve nesil yeşertilmeden, sadece masada konuşulan hususlar yine sadece masada kalır, ama eyleme dönmez. Toplumun her katmanında vicdan, ahlâk, dürüstlük, hakkaniyet, iyi niyet, sağduyu, işi ehline verme, HAKKTAN KORKMA, liyakat, ehliyet vb. duygular tümden içselleşmez ise, halk özellikle dar gelirliler kendileri söyler yine kendileri dinler.
***
Türkiye’de “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” var. Eskinin yerine YENİSİ geldi. Eskiden, parlamenter demokrasinin, siyasal sistemin tıkanan yollarını açamadığı iddia ediliyordu/edilirdi. Hatta parlamenter demokrasinin, bizatihi siyasal sistemin ve siyaset kurumunun ANA TIKAYICISI olduğu bile dillendirildi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde devlet işleri çok hızlı ve toplum yararına ve çıkarına “tıkanmalar” olmadan ifa edilecekti. İstikrar olacak. Büyüme ve kalkınma olacak. Devlet katlarında sürdürülebilirlik hâkim kılınacak. Aslında bakıldığında, zaman ve hız odaklı bir çağda hem zamanın hem de milli kaynakların çok fazla harcanmadan resmi işlem ve işlerin koordinasyon altında çözümlenmesi ve yerine getirilmesi tam isabetliydi. Öte yandan böyle olumlu yönlerinin yanında, bence kimsenin itiraz edemeyeceği gelişme ve husus ise Meclis’in kısmen de olsa pek işlevinin kalmadığı.
Neden? Bugün, gerçekten de Türkiye Büyük Millet Meclisi kanımca, ülke sorun ve sıkıntılarının etraflıca görüşülüp değerlendirildiği ve nihayetinde milletin çıkarlarına kararların ve politikaların ortaya konduğu/üretildiği bir manzaraya sahip değil. Meclis TV’den daha çok şöyle sesler yankılanıyor: Kabul edenler, Kabul etmeyenler, “Kabul edilmiştir” veya “Reddedilmiştir/Kabul edilmemiştir.” Gerçekten de realist bir pencereden baktığınız vakit, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 600 milletvekili rakamsal olarak yani anayasaya göre var. Ama sitede baktım şuan Meclisimizde 594 milletvekilimiz var. Üzerinde tartışılması ve konuşulması gereken bir başka husus ise, SEÇİM YASASI ve SİYASİ PARTİLER YASASI’dır. Gerçekten de bu milletvekilliği profili senelerce parlamenter demokratik rejim zamanında da tartışılıyordu. Şimdiki TÜRKİYE YÜZYILI zamanlarında da tartışılıyor. Ne ki değişen hiçbir şey yok. Anayasamıza göre, bölgelerinden veya kentlerinden seçilen milletvekilleri, son tahlilde tüm ülkenin yani milletin tamamının milletvekilidir.
Şunu da ifade etmek gerekiyor… Evet, seçilen milletvekilleri kâğıt üzerinde tüm milleti temsil ediyor ama pratikte bu böyle işlemiyor. Demek istediğim, milletvekilleri gerçekten de bu yaptıkları hizmetin hakkını verecek şekilde kentlerinin SESİ olabilseler, kentlerinde ve yakın bölgelerindeki sorunların ve sıkıntıların çözümlenmesinde ve hallolması meyanında inisiyatif alabilseler, gerçekten de toplum içinde zuhur eden tartışmalar ve bitmek bilmeyen atışmalar da sönümlenir diye düşünmekteyim. Siz bakmayın gerçekten de CHP içinde birkaç tane cevval milletvekilimiz var; ama bu sadece bireysel çabalarla olacak bir iş değil. Milletvekillerimizin ellerinden geldiğince halkın içine karışarak halkla içiçe olması “OLMASI GEREKEN” bir durum iken, bizler şu çağda ütopyalar düşlüyoruz!
SON YAZILAR