TÜRKİYE NEREYE?

Artık toplumsal yaşantı içinde, işsizlik, istihdam olanaklarının gerilemesi, üretim, tüketim, ihracat, ithalat ve diğer ekonomik ve kültürel değişkenler…

Nüfus ve nüfusun diğer unsurları ile yakından ilgili. Gelişen ve gelişmiş toplumlarda son yıllarda yükselen trend dışarıdan gelen göçlerin toplumsal düzende yarattığı sıkıntı ve sorunlar.

Öte yandan gelişmelere kendi toplumsal düzenimiz açısından baktığımızda, toplumsal kaynamanın arttığını ileri sürebiliriz. İster konjonktürel olsun ister de yurtiçinden kaynaklansın, ülkemiz sathında ekonominin yavaşladığını ileri sürebiliriz.

Burada parmak basmamız gereken birinci unsur, Türkiye’de ekonomik sorunların “yapısal” bir yönseme izlemesi. Üretmekten ziyade tüketime dayalı bir ekonominin varlığı, ülkemizi “dış şoklara” karşı korumasız bırakıyor.

Üretimin daha çok “inşaat sektörü” üzerinden sürdürülmesi ve inşaat sektörünün de belirli bir kapasitesinin olması, yine inşaat firmalarımızın büyüklüğünden dem vurulması ve yükselen bir yıldız olmaları… Ama öte yandan, bu firmalarımızın yurtdışında yatırım yaptıklarında, yatırım ve üretim aşamasında sermaye ve emek gücünün görece dışarıya kaçmaları.

Öte yandan Türkiye’de AK Parti iktidarıyla beraber ekonomik alanda “liberalleşme” adımlarına hız verildi. Gerçekten de belki, AB yolculuğunda ve yükselen ekonomik trendler açısından ekonomide “liberalleşme politikalarının” izlenmesi, ekonominin kendi kurallarıyla devamlılık arz etmesi, olumlu siyasetlerdi.

Ama son yıllarda, toplumumuzda ve halk kesimleri arasında hoşnutsuzluğa neden olacak kamu kaynaklarının iktidara yakın kesimlere tahsis edilmesi, kamu arazilerinin “rant ekonomisine” kurban edilmesi, AK Parti’nin neden olduğu ilk yıllardaki pozitif rüzgârı tersine çevirmeye neden olmakta.

Bu bağlamda, artan fiyatlar genel seviyesinin enflasyonu tetiklemesi, uygulanan faiz politikalarının, merkez bankasının bağımsızlığına “gölge düşürmesi”, toplumdaki tüm pozitif beklentileri ve kredibiliteyi negatife çevirmekte.

****

Türkiye’de ve diğer başka ülkelerde iktidarları ve muhalefette konumlanan siyasi partileri, kamuoyunda umut ve beklentilerin karşılığı olarak sembolize edecek unsurların başında, gerçekten de söylem ve eylemlerin “tutarlılığının” eşdüşümüdür. Türkiye’de ekonomik problemler yok demek ile olmuyor. Yaşamın gitgide zorlaşması, ücret ve maaşların çarşıda ve pazarda erimeye yüz tutması…

Öte yandan bakıyorsunuz…

Tüketici Güven Endeksi, TUİK rakamlarında yarının üzerinde, %60’larda seyretmekte. Haber bültenlerinde olsun, gazete manşetlerinde olsun; işsizliğin boyutunu gösteren kuyruklar, olaya bir “gizem” katmakta. Neden rakamlarla yaşananlar arasında uyum yok. Gerçekten de bazen iktidar saflarında bulunan yöneticileri ve politikacıları, yaptıkları beyanlardan ötürü yadırgıyor ve bu ikrarlarının farkında olup-olmadıklarını merak ediyorum.

Belirttiğim üzere, Türkiye’de ekonomik sorunlar “yapısal” bir görünüme sahip. İşsizlik gerçekten de kısa ve orta vadede ülkemizin hem ekonomik olarak hem de kamu düzeni olarak başını ağrıtacak bir maraz. Bazı şeyleri sohbet eder havasında, birbirimizi kırmadan ve dökmeden, konuşmaz isek, açıklığa kavuşturmamız ve sorunun kökenine inerek, çözümlememiz olanaklı değil.

Türkiye’de senelerdir başımızı ağrıtan makroekonomik problem istihdamı teşvik etmeyen ekonomik sektörlerin teşvik edilmesi ama öte yandan “verimlilik” ve “ölçek ekonomilerinin” ihmal edilmesi. İşsizlik diyerek geçiştiremeyiz. Tamam, son tahlilde “tam istihdam” diye bir şey olamaz. Ekonominin paradigmaları ve teknoloji gelişip değişirken, toplumsal ve sınıfsal yaşamları da dönüştürmekte. Geçmiş yıllarda da yani benim gençlik yıllarımda da gençler arasında popüler olan husus, herkesin bir üniversiteye giderek, diplomalı olması idi.

Üniversiteler bitiriliyor. Gençler senelerce zorluklara katlanıyor ama sonrasında ise iş yaşamının ve hayatın “gerçekleriyle” karşılaştıklarında hayalkırıklıklarına uğrayarak, buhranlara sürükleniyorlardı. Şimdi de değişen bir şey yok. Sanki, herkes fakülte bitirmek zorunda havası, özellikle aileler tarafından çocuklarına-gençlere- dayatılıyor.

Ya sonrası?

Ne olacak?

****

Evet… Belki… Aynı kavramlar ve konu başlıkları üzerinde kalem oynatıyoruz ve çene yoruyoruz. Dediğim gibi “sohbet havasında” bu kangren hâline gelen sorunlar mertçe irdelenmezse, hep havanda su döğmeye devam edeceğiz.

Demokrasileri boğarak, hukuk devletinin ilke ve gereklerini iğdiş ederek, suni bir mutluluk ortamı oluşturabilmek olasıdır. Türkiye’yi AK Parti iktidarının ilk zamanlarında parlatan ve toplum nezdinde artan oranda huzura sevk eden faktör, AK Parti’nin “zamanın ruhuna” istinaden, demokratik devlet ve toplum düzenine uygun hareketler yapması idi. AB ile kurulan diyaloglar, AB üyelerinin ağır toplarının tüm engelleyici ve ahde vefa duygusunu hüsrana uğratan hamlelerine rağmen, demokratikleşme politikalarından vaz geçilmemesi idi.

Diyorum ya…

Ekonomimizin yapısal sorunları var. Ama demokrasimizin de bazı marazları var. Bir kere cari dönemde meşru olan Seçim Kanunu olsun Siyasi Partiler Kanunu olsun, daha çok parti genel başkanlarının “konumlarını” güçlendiren ve yine parti içi demokrasiyi boğan hükümlerle donatılmış vaziyette.

Bizim gibi gelişen/gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin dinamosunu arızaya uğratmadan devamlılığını sürdürmesi, finansman faktörüne bağlıdır. Güçlü ülke hedefinde yılmadan ilerleyebilmemiz, ancak müreffeh bir toplum inşasıyla mümkündür. Türkiye’de son zamanlarda suni bir rahatlama ortamı oluşturulmaya çabalanıyor. Devletin başında olmanın verdiği kudretle şeffaflık ilkesi gereği yayımlanan istatistiklerin gölgelenmesi, masada duran krizi veya sıkıntıyı kaldırmıyor ya da yok etmiyor.

En son rakamlara göre, milletvekili maaşları 40.000 TL’den 56.000 TL’ye yükseltilmiş durumda. Hem de parlamentoda tüm partilerin hem fikir olmalarıyla. Yine en düşük emekli maaşı 3.500 TL iken, emekli milletvekili maaşının 27.000 TL olması, hem toplumsal barışı hem de insanların geleceğe yönelik bakışlarını etkisi altına alıyor.

TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre, 2021 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin nüfusu 84.680.273 kişi. Bu bağlamda, 15-24 yaş grubundaki genç nüfus 12.971.289 kişi. En son tahlilde, genç nüfus, toplam nüfusun %15’ini teşkil etmekte.

****

Nüfus projeksiyonlarına göre, genç nüfusun toplam nüfus içindeki oranının 2025 yılında %14,3, 2030 yılında %14,0, 2040 yılında %13,4, 2060 yılında %11,8 ve 2080 yılında %11,1 olacağı öngörülmekteymiş.

Ne derseniz deyin…

Ülkeler için genç nüfus, hem ekonomik büyümede hem de kalkınmada çok önemli beşeri kaynak. Yukarıdaki verdiğim yüzdelik rakamlarda Türkiye’nin genç nüfus potansiyeli yükselirken, sonrasında düşme eğilimine giriyor. Türkiye’deki sorunlara ve kaynağına bakıldığında, birbiri içine geçmişliği görürsünüz. Bugün, Türkiye’de özellikle genç nüfus mutsuz. Artık bunu yok saymanın ya da görmezden gelmenin hiçbir yararı yok. Siyasetçilerin, genç nüfus üzerinden doğru düzgün tahliller yapamaması ve onları hâlen çocuk zannetmeleri, gelecekteki siyasi opsiyonlarda hayalkırıklıkları yaşamalarına neden olabilecek bir gelişmedir.

 

Genel anlamda baktığımızda, toplum yaşananlardan dolayı mutsuz ve gergin. Bu doğrultuda, televizyonda olsun, dijital platformlarda olsun gençler mutsuzluklarını ve umutsuzluklarını dillendirmekte. İşsizliği makyajlayarak düşüremezsiniz. Genelgeçer yollara başvurarak, yani palyatif (geçici) yöntemlerle işsizliği düşürmeniz de olanaklı değildir.

Nüfus projeksiyonlarında görüldüğü gibi, gençlerin toplam nüfus içindeki payları ilerleyen yıllarda, mesela 2060, 2080 yıllarında peyderpey düşecek. Burada, genç nüfusun toplam nüfus içindeki düşüşünün nedenleri iyi irdelenmelidir. Gelecek yıllarda, iş bulmanın zorlaşması durumunda, istihdam olanaklarının azalması durumunda, liyakatin yerine nepotizm geçtiğinde- adam kayırmacılık- her şeyden önce artık Türkiye, ekonominin yapısal sorunlarını çözümleyemediği hâlde, gençlerin, bir bakıma beşeri sermayenin yurt dışına transferi kaçınılmaz bir hareket olacaktır.

Türkiye’de mutsuzluk artarken, dikkat ediyorsanız, şiddet ve tahammülsüzlük de artmakta. Gallup Şirketi’nin yaptığı araştırmada (Duygular anketinde) Türkler, Lübnanlılardan sonra en öfkeli ikinci millet olmuş. (Türkiye %48, Lübnan %49)

Tahammülsüzlükle beraber öfke ve şiddet ve yine artan oranda mutsuzluk, tek tek bireyler bazında bir şey ifade etmeyebilir. Ama unutmayalım ki, toplumlar bireylerden oluşur.      

BELEDİYELER

EKONOMİ